Öncelikle gelin bu Meritokrasi ne demek ona bir göz atalım. Meritokrasi, kısaca devlet yönetiminin liyakat ile seçilen kişilerce yapılmasıdır. Yani yöneticilerin, bireysel yeteneklerine ve üstünlüğüne göre seçilmesidir. Günümüzde ise arzulanan yönetim şekillerinden biridir. Dünya üzerinde çoğu düşünür, araştırmacı, siyasetçi ve halk topluluklarına göre istenen bir yönetim biçimi olsa da bazılarına göre kapitalizmin bir dayatmasıdır. Bu tezat görüşe göre ayrıca Meritokrasi asla arzulanan biçime ulaşmaz; bir ütopyadır.
Meritokrasinin tarihte çıkışı ilk kez İngiliz yazar Michael Young'un "Rise of the Meritocracy" (Meritokrasinin Yükselişi) isimli eserinde geçer ve Meritokrasi Latince meritum (liyakat), Yunanca kratein (tutma) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur.
Meritokrasinin ortaya çıkışı, ülkemizde olduğu gibi tüm dünya tarihi boyunca süregelen, siyasette kayırma sisteminin olumsuz sonuçlar vermesi ve yönetimi bozması sebebiyle ortaya çıkan olumsuzlukların giderilmesine yönelik ihtiyaçtan doğmuştur. Meritokrasi ile yönetim kademelerinde yer alan kayırmacılığın ortadan kaldırılması hedeflenmiş ve yönetici sınıfına geçecek kişilerin liyakat, yani beceri ve yeteneklerine göre seçilerek, belirtilen yönetim sınıflarında yer alması hedeflenmiştir. ABD merkezli bu çalışmalar 1900'lerin başında hızlanmış ve 100 yıl içerisinde bütün dünyada gelişme göstermiştir. Günümüzde ABD'nin Meritokrasiyi uyguladığı iddia edilir.
Buna karşın, meritokrasiye karşı haklı bir eleştiri de söz konusudur. Buna göre iyi eğitim almak, yani zekâ ve becerilerin geliştirilmesi para ile doğru orantılıdır. Bu da kapitalizmin en önemli unsurlarından biridir. Kısaca parası olan iyi eğitimle birlikte becerilerini geliştirmeye sahip olurken, onlardan daha zeki ama maddi imkânları olmayan bireyler ise iyi bir eğitime sahip olmadığından, daha üstün yetenekleri olmasına rağmen aynı kulvara çıkamamaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu ve Meritokrasi Gelelim Osmanlı İmparatorluğu ve meritokrasi ilişkisine… Osmanlı İmparatorluğu'nda yöneticilerin devşirme sistemiyle Enderun'dan seçilip, imparatorluğun dört bir yanında bucaklar ve beldeler yönetmesi ile ortaya çıkan sistem, meritokrasinin en güzel örneklerinden biridir aslında.
Bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğu devşirme sistemini, kuruluş ve yükselme döneminde oldukça düzgün uygulamış ve topraklarının genişletilmesinde oldukça etkili olmuştur. Pek çok Osmanlı sadrazamı devşirme kökenlidir (Sokullu Mehmet Paşa, Pargalı İbrahim, Rum Mehmet Paşa gibi). Osmanlı tarihi incelendiğinde, 235 Osmanlı sadrazamının 150'si devşirme kökenlidir. Tarihe geçmiş Osmanlı sadrazamlarının devşirme oluşu, meritokrasinin aslında faydasının olduğunu gözler önüne seren, tarihsel bir gerçek olarak karşımıza çıkabilir.
Devşirme sistemine göz atarsak, Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşundan sonra 13. yüzyılda başladığı tahmin edilmektedir. Bu sisteme göre özellikle Balkanlarda Hristiyan nüfusa sahip bölgelerde zeki, yetenekli ve güçlü çocuklar Osmanlı İmparatorluğuna yönetici ve asker olmak üzere seçilirdi. Günümüzde Balkanlarda hala eleştirilen ve oldukça kötü gösterilen bu sistem, Osmanlı İmparatorluğunun yükselmesinde inanılmaz bir etki yaşatmıştır. Devşirme sistemi hakkında batı dünyasında yoğun eleştiriler olsa da o dönem Balkanlardaki Hristiyan aileleri, iyi bir eğitim ve gelecek almaları için çocuklarını kendi elleriyle Osmanlı'ya teslim ettiğine dair bilgiler yer almaktadır. Boşnakların devşirme izcilerine, kendi çocuklarını almaları için rüşvet verdiği tarihi kaynaklarda yer alır.
Devşirme sisteminde küçük yaşta alınan çocuklar, yeteneklerine göre sınıflandırılır aralarında zeki olanlar Enderun mektebine yerleştirilirlerdi. Fiziksel olarak güçlü olanlar ise Yeniçeri ocağına kayıtları yapılır ve Osmanlı İmparatorluğunun ilerlemesine asker ve komutan olarak katkı sağlarlardı. Sarayın içinde yer alan Enderun Mektebi, Fatih Sultan Mehmet döneminde kurulmuştur.
Enderun
Enderun mektebine seçilen çocuklar, oldukça iyi bir eğitimden geçmekteydi. Enderun mektebinden çıktıktan sonra Osmanlı'nın dört bir yanında bulunan illerde yönetici olmuş, bunlar içerisinde daha da yetenekli olanlar ise Saray içerisinde padişahlara danışmanlık yapmış, ilerleyen yıllarda ise amirallik yapanlardan tutun da bürokratlar ve sadrazamlar çıkarmıştır. Enderun'da oldukça sıkı ve iyi bir eğitim vardı. Öğrenciler dini eğitim, yabancı dil eğitimi, edebiyat gibi derslerin yanı sıra müspet ilimlerden matematik, mantık ve coğrafya eğitimlerine yer verirlerdi. Bürokratik işler ve protokol yani devlet geleneği öğretilirdi. Meritokrasiye, Enderun üzerinden örnek vermek gerekirse mesela Anadolu'da bir vilayete vali yani o dönemki adıyla sancakbeyi atanacaksa, sancakbeyliğine taşradaki bölgenin ileri gelenlerinden birinin adamı veya saraydaki güçlü kişilerden birinin tavsiyesi ve torpili ile gönderilmiş bir yönetici yerine, daha genç Enderun'dan yeni çıkmış iyi eğitim görmüş, bölge ile bir bağı olmayan Osmanlı idarecisi, kimsenin etkisiyle değil bireysel yetenekleri ile o makama getirildiğinden, yöneticiliğinde çevre etkisi oldukça aza indiğinden tamamen merkeze bağlı bir yönetici olarak kalıyordu. Osmanlı İmparatorluğu kendinden önceki Türk devletlerinin aksine, daha güçlü bir merkeziyetçi yapıya sahipti.
Enderun sisteminin meritokrasi ile doğrudan ilişkili olmasının sebebi, bu çocukların herhangi biriyle akrabalık bağının bulunmaması ve bireysel olmalarıdır. Bu nedenle yönetici adayı olarak devlet kademelerinde yükseldiklerinde, birinden destek almadan sadece kendi bilgi, beceri ve başarısıyla yükselme sağlanmış oluyordu. Geçmişten gelen bir bağları olmadığı için de herhangi bir grup kişi veya zümreyle aidiyet bağı oluşturmamıştır. Bu sebeple kendisinden sonra yerine gelecek kişi için herhangi bir zemin, ayrıcalık veya kayırmacılık yapmamışlardır. Sistemin yararını tarihten örneklemek gerekirse, Fatih Sultan Mehmet zamanına kadar tüm sadrazamlar Türklerden seçilmiştir. Ancak Osmanlı gibi çok uluslu ve farklı dinlere sahip bir devlet oluşumunda bu durum ırksal, dinsel ve toprakçılık gibi sebeplerden fitneye ve kayırmaya sebep oluyordu. Nitekim Fatih öncesindeki zaman diliminde, adam kayırma suçlamaları artmış ve yönetimde karışıklıklara sebep olmuştur. Bu durum aslında Enderun mektebi sisteminin bağımsızlığını ve liyakatin önemini ortaya koymaktadır.
Enderun ve Devşirme sistemi bazı hainlik iddialarını tamamen çürütmektedir. Bir kısım tarihçiler, devşirme paşaların devlete bilerek çocukluk dönemindeki aidiyetleri nedeniyle, hainlik ettiklerini öne sürse de bu tür söylentilerin kanıtlanması mümkün olmadığı gibi aksine pek çok tarihsel gerçek vardır. Mesela Fatih'in devşirme sadrazamlarından Rum Mehmed Paşa, Trabzon'un fethinde Pontus İmparatorunun vezirlerinden olan kendi teyze çocuğunu konuşarak ikna etmiş ve fethi kolaylaştırmıştır. Sayıca çok fazla devlet adamı ve asker de Osmanlı İmparatorluğu için şehit düşmüştür. Sokullu gibi pek çok devşirme sadrazam doğduğu topraklarda imar çalışmaları yürütmüştür.
Devşirme sistemi 16. Yüzyılda III. Ahmet tarafından tamamen kaldırılmıştır. Zaten 15. yüzyılın sonlarına doğru, Müslümanların devşirme sistemine girmesine hak tanınmış ve Hristiyanlardan çocuk alma işlemi fiilen durdurulmuştu.
Devşirme sisteminin Osmanlı'nın kuruluş ve yükseliş döneminde etkili olduğu ve başarılar sağladığı tarihsel bir gerçektir. Pek çok devlet adamı yetiştiren Enderun Mektebi, İmparatorluğa önemli devlet adamları yetiştirmiştir.
Kısacası herhangi birinin kayırması yerine iyi bir eğitim almış, geçmişte bağı olmayan bireylerin, yetenek ve bilgilerine göre devlet yönetiminde yer alması, meritokrasinin asıl gereğinin yerine getirilmesini sağlamıştır. Bu da Osmanlı'nın Yükseliş döneminde meritokrasi ile yönetildiğini gözler önüne seren bir bulgudur.
Taht
Meritokrasinin, yani liyakat ile yönetim sisteminin bir diğer örneği yine Osmanlı'da bugün dahi eleştirilen padişah seçimi ve kardeş katli olmuştur denilebilir.
Osmanlı İmparatorluğu'nda padişahın ölümünden sonra, yerine kimin padişah olacağı hangi şehzadenin tahta çıkacağı sancılı bir süreç olarak gerçekleşmiştir. Ancak bu hususta da genellikle yetenekli şehzadeler arada istisnalar olsa da padişah olarak tahta çıkmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nda padişahın ölümünden sonra, yerine kimin padişah olacağı hangi şehzadenin tahta çıkacağı sancılı bir süreç olarak gerçekleşmiştir. Ancak bu hususta da genellikle yetenekli şehzadeler arada istisnalar olsa da padişah olarak tahta çıkmıştır.
Bu durum her ne kadar aklınıza olası bir düşünce olarak gelmese de Machiavelli'nin Prens kitabında, Osmanlı İmparatorluğu'nun otoritesinin sadece padişahta toplanmasını, Fransa ve Osmanlı yönetimi ile karşılaştırdığı bölümde övgü ile bahsetmektedir. Özetle Machiavelli, Fransa'da kralın yetkilerini kendi altındaki soylulardan aldığını ve kendini tehlikeye atmadan soyluların elinde bulunan gücü alamayacağını, yani soylu mirası ile kendi gücünün iç içe ilişkili olduğunu, buna karşı Türklerde Padişahın tüm yetkiyi kendinde topladığını ve altındaki herkesin onun kulu olduğunu, böylece hâkimiyetin merkezde toplandığını söylemektedir. Bu durumun dış tehdide ve işgale yönelik girişimlerin, Osmanlı'ya karşı zor olacağını söyler ki doğrudur. Bunu sağlayan da yazıda değindiğimiz gibi adam kayırma ve akrabalık bağlarının yönetim kısmında olmaması, yöneticilerin liyakatle atanması, merkezi yönetimin sağlamlaşmasını sağlamıştır.
Machiavelli, Osmanlı'da bölgesel bir yönetici dışarıdan bir güç ya da ülke satın alamaz ya da o bey başka bir gücü ülkeye çağıramaz, çünkü bölge halkı da o yöneticinin padişahın bir kulu olduğunu bilir ve destek olmaz derken, Fransa'da soylu bir derebeyinin ise güç ya da para karşılığında kolaylıkla başka saflara geçebileceğini öne sürmüştür.
Tabii padişahların tahta çıkmasında istisnalar yaşanmıştır. Mesela Fatih Sultan Mehmet'in yerine kimin geçeceği net olarak belirlenmemiş, sefer hazırlığında ani bir şekilde ölümü üzerine, iki şehzadeye de II. Beyazıt ve Cem Sultan'a ulak yollanmış, ulaklardan Cem Sultan'a gidenin yolda öldürülmesi ile zaman kazanan Beyazıt, Amasya'dan gelerek tahta çıkmıştır. Sağlığı döneminde Fatih Sultan Mehmet'in, kendisinden sonra Cem Sultan'ı padişah yapmak istediği tarihçiler tarafından dile getirilmektedir. Aynı şekilde II. Beyazıt da oğlu Mustafa'yı yerine bırakmayı düşünürken, Yavuz Sultan Selim'in yeniçeriler tarafından oldukça sevilmesi, sürekli sefer halinde olması sebebiyle desteklenmesi neticesinde zorla tahta çıkarak adeta darbe yapması, yine Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu pek çok tarihçiye göre Osmanlı Devleti'nin tarihini kökten değiştiren, Şehzade Mustafa'nın katli ve ardından Hürrem Sultan'ın etkisi ile II. Selim'in Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra tahta çıkması, meritokrasi ile Osmanlı arasındaki ilişkiye tezat olsa da genel olarak padişah seçimleri liyakate uygun görülmüştür.
Meritokrasi ve Harem
Yine buna paralel olarak, Osmanlı İmparatorluğu'nda yapılan seçimlerin ve padişah annelerinin, Harem sistemi içerisinde ortaya çıkmaları gösterilebilir. Geçmiş ile aile bağı olmayan padişah anneleri ve şehzadeler, bireysel olarak devletin ilerlemesini sağlamaya teşvik eden bir unsur olmuştur. Hareme küçük yaşta alınan kızlar, yani ileride padişah annesi olacak kişiler güzellikleri ve sağlıkları ile ön planda tutulurken, bunun yanında hem iyi bir din, görgü ve gelenek eğitiminden geçmekteydiler. Eğer aksi durum olsaydı, yani padişahların sadece Türk kızları ile evlenmesi durumunda, olası karışıklıklara sebep olması kaçınılmaz olacaktı, bunu kısaca şöyle bir örnek ile geçelim. Mesela Osmanlı'nın Yükseliş döneminde ya da ilerleyen yıllarda, Osmanlı padişahlarından herhangi birinin Anadolu'da bir bey kızı ile evlendiğini varsayalım. Bu evlilikten doğacak çocuklar haliyle Anadolu beylerinden birinin torunu olacaktı ve bu şehzadeden de olan şehzadeden, her biri farklı Anadolu ya da Balkan beyleri, ayan çocukları ile evlendiğini varsayarsak oldukça geniş bir akraba ağına ulaşılmış olacaktı. Bu durum Avrupa'da Kraliyet ailelerinde klan ve soy oluşumu şeklinde sıklıkla görülmektedir. Daha sonra padişahın olası ölümünde padişaha dünür olan her bir bey, ülkenin dört bir yanında kendi damadının padişah olmasını isteyeceğinden olası bir iç savaş, taht kavgası (aynı Moğollarda olduğu gibi) iç çekişme olabilirdi. Bu da imparatorluğun, kısa zamanda bölünerek dağılması anlamına gelirdi. Osmanlı İmparatorluğu kadim devlet geleneklerine sahip bir yapıdaydı ve genel olarak her şey devletin ilerlemesi ile alakalıydı. 16. yüzyıl sonlarına doğru İstanbul'a gelen ve İstanbul'u gezen Alman Papaz Salomon Schweigger, Osmanlı'da kardeş katli durumunu oldukça iyi anlatmaktadır. "Gökte nasıl bir güneş varsa Türk İmparatorluğunda da bir tane senyör vardır. Bundan başkasına cevaz verilmez. Galiba toplumun ve devletin dirliği buna bağlanmıştır."
Son olarak Osmanlı devletinin güçlü olduğu dönemde, meritokrasi ile yönetildiği ve faydasını gördüğü söylenebilir. Günümüzde dünya üzerinde sıklıkla atıfta bulunarak yapılması istenen liyakat ve meritokrasinin, atalarımız tarafından özüne oldukça uygun şekilde uyguladığı ortaya çıkmaktadır ki bazı tarihçiler bu konuda hemfikirdir.
Osmanlı İmparatorluğu'nda
en büyük şehzadenin tahta çıkacağına dair kesin bir yasa bulunmamaktaydı. En
yetenekli şehzadenin tahta çıkması uygun görülüyordu. Tahta çıkan yeni padişahlar özellikle I. Ahmet'e kadar tahta çıktıktan sonra diğer şehzadeleri katlediyordu. Bugün kan donduran bu hadisenin, aslında devletin ilerlemesi için önemli bir etken olduğu tarihçiler tarafından dile getirilmektedir. Hatta kardeş katli ile ilgili İlber Ortaylı "Osmanlı hükümdarının kardeşi sizin kardeşiniz değildir" demiş, tahta çıkan padişahların kardeş katli ile ilgili "Yeni padişah tahta çıktığında mikrop çoktur ortalığı karıştırmak isterler, 6 aylık bebek adına isyan çıkarırlar" şeklinde özetlemiştir.
Yorum Gönder