Portekiz’i 1932-1968 yılları arasında yöneten ya da daha uygun tabir ile diktatörü olan Antonio de Oliveira Salazar (1889-1970), diktatör tanımlaması yapılan diğer liderler arasında en okumuşu, ekonomiyi en iyi bileni desek yanlış olmaz. Yöneticilikteki öncelikli maddesi ülkenin kasasını sağlam tutmak olmuştu.
Portekiz’in Faşist Diktatörü Antonio Salazar Kimdir?
Ailesi, aynı Stalin örneğinde olduğu gibi, Salazar’ın papaz olmasını istemişti. Zaten Salazar’daki cevheri keşfeden de kilise olacaktı. Papazlar çocuğun paraya olan ilgisini görünce, “Bu çocuktan papaz mapaz olmaz, aklı fikri parada” deyip onu ülkenin en iyi üniversitesinde okuması için yolladılar. Haksız olmadıkları kısa zamanda görüldü. Salazar, üniversitede ekonomi profesörlüğüne kadar yükseldi.
1920’lerde Portekiz, ekonomik açıdan yerlerde sürünen bir ülkeydi. Cumhurbaşkanı, ülkeyi bu açmazdan çıkarmak için adından sıkça söz ettiren Salazar'ı Maliye Bakanlığı’na getirmeyi istedi. Fakat Salazar’ın şartları bulunuyordu. İsteği, kendisine süper yetkiler tanınmasıydı. Aslında ilk etapta bu yetkiler ile Salazar’ın yönetimde falan gözü yoktu. Sadece istediklerini hızla yapmak istiyordu. Hatta “Lizbon’a geldiğim ilk trenle geri dönerim” diyerek rest çekmişti. 1928'de Salazar, Maliye Bakanı olarak atandığında Portekiz, ekonomik açıdan düze çıkmayı hedeflemiş bir ekonomi diktatörlüğüne dönüşecekti.
Başta çalışma koşulları, işçi hakları, sendikalar ve bunlara bağlantılı her şey askıya alındı. Salazar, kendine güvenenleri haksız çıkarmadı ve kısa zamanda ülkenin borçları ödendi, denk bütçe hedefine ulaşıldı. Nihayetinde 1932’de ülkenin cumhurbaşkanı Carmona, bu çabalara karşılık ödül olarak Salazar'ı başbakanlığa getirdi. İlk başta halkın desteğini ve sevgisini arkasına alan Salazar, kendi kurduğu mucizeyi, yani bu ekonomik düzeni, ne pahasına olursa olsun korumaya kararlıydı. Ancak Portekiz’de kasalar doluyor, tersine özgürlükler boşalmaya başlıyordu. Salazar, yeni bir anayasa yaptı. Bu anayasanın temelinde tek parti yönetimi vardı. İllaki muhalefet yapmak isteyenleri, Salazar’ın gizli polisi PIDE ziyaret ediyordu.
Salazar, yeni yönetim şekliyle kısa zamanda diktatör şapkasını taktı. Tıpkı Almanya ve İtalya’daki gibi faşist kurumlar oluşturdu. Salazar'ın yönetim tarzı, otoriterlik arasında gidip geldi. Salazar, Mussolini’ye duyduğu hayranlığı hiçbir zaman gizlememiş, komşusu Franco’nun politikalarından da etkilenmişti. Bu yönüyle ve hareketleriyle tarihçiler tarafından Franco’ya benzetilir. İspanya iç savaşında Franco’ya her zaman destek verdi. II. Dünya Savaşı'nda ise bağımsız kalmaya gayret etse de el altından müttefiklere destek vermeyi ihmal etmemişti. II. Dünya Savaşı'nda çok akıllıca politikalar uygulanmıştı. Çünkü Nazilere destek verirse sömürgelerini kaybedeceğini biliyordu. Salazar’ın tutkusu, “Canımdan vazgeçerim ama sömürgelerimden vazgeçmem” anlayışıydı.
Nedeni ise Portekiz, o zamanda dünyanın üçüncü büyük sömürgeci gücüydü. Bu güç hem prestijini hem de ekonomik açıdan büyük servet getiriyordu. Sömürgelerden Portekiz güzel bir gelir elde ediyordu. Bu durum, Salazar’ın ekonomi saplantısını daha da güçlendiriyordu. Dahası, Nazilerden kaçan 50.000 Yahudi mültecinin ülkesinden geçmesine izin vererek puan toplamıştı. Bu yönü de Salazar’ın, destek verdiği Naziler kadar antisemit (Yahudi düşmanı) olmadığını göstermektedir.
II. Dünya Savaşı bitti ve dünyada yeni bir savaş, Soğuk Savaş dönemi başladı. Salazar, yönünü Batı’ya çevirdi ve Birleşmiş Milletlere kabul edildi. Salazar’ın sonunu getiren ise en büyük aşkı, sömürgeleri oldu. Önce Hindistan'da bulunan sömürgelerini, ardından da Afrika'daki sömürgeleri kaybeden Salazar, Afrika’ya yüklendikçe yüklendi. Bağımsızlık sürecinde bu sömürge ülkelerini bırakmaya hiç niyeti yoktu. Tüm dünyayı karşısına almasına rağmen sömürgelerinden kopmamak için mücadele etmeye ve Afrika halklarını ezmeye devam etti. Birleşmiş Milletler buna karşılık Salazar’ın ülkesini siyasal olarak dünya kamuoyunda yalnızlığa sürüklüyordu. Ülke içinde ise huzursuzluk başladı çünkü sömürgelerdeki isyanları bastırmak için Portekiz’in askeri harcamalarının artması halkı fakirleştiriyordu. Zorunlu askerliğin Portekiz’de 4 seneye çıkması, önce Katolik kilisesinin, ardından da halkın yönetimine karşı desteğini azaltmasına sebep olmaya başladı. Asker kaçaklarının sayısı hızla artıyordu. Sömürge savaşları esnasında ordu içindeki bazı generaller de Salazar’a karşı diş bilemeye başlamışlardı. Onlara göre başbakan, kazanamayacakları bir savaş için ülkenin kaynaklarını heba ediyordu.
Salazar, 1968 yılında koltuktan, kimilerine göre banyo küvetinde düşerek felç olunca, kendisi için yolun sonu göründü. Devlet başkanı tarafından görevden alındı. Onun yerine Marchisio Coentrao başkanlığa getirildi. Salazar son yıllarını gözlerden uzak geçirirken, 1970’te öldü. Ancak son ana kadar halen başbakan olduğunu sanıyor, etrafa emirler verip duruyordu. Diktatör gidince ülkedeki iklim bir nebze yumuşamıştı. Önce kendi, ardından kurduğu rejim öldü. Solcu subaylar, “Karanfil Devrimi” adı verilen kansız bir darbe yaparak Portekiz’deki Salazar kalıntılarını temizlediler. Ülke, çalkantılı iki yılın ardından liberal demokrasiye geçerek Avrupa'ya entegre oldu.
Salazar dönemi, tutucu, katı ve faşist olarak adlandırılsa da, dönemdaşı olduğu diğer faşist diktatörler kadar katı bir ırkçı olmamıştır. Salazar, light faşist olarak adlandırılmıştı. Salazar, dünya tarihine geçmiş 3 F kuralının isim babasıdır.
3 F Nedir
Salazar, iktidarı devraldığında sendika ve sivil toplum örgütlerini kapatır. İşçiler sorunlarını nasıl dile getirecek diye sorulduğunda, “Onlar 3 F ile idare etsinler artık” dediği öne sürülür. Genel kabul gören Salazar sözü, “Ben 36 yıl 3 F ile Portekiz’i yönettim” olmuştur. Her ne kadar Salazar’ın bu sözü söylediği tartışmalı olsa da onunla özdeşleşir.
Peki nedir bu 3 F? Salazar’ın “3 F ile ülke yönettim” sözünde bahsettiği, F harfi ile başlayan 3 sözcüktür. Bunlar fiesta, fado ve futboldur. Yani bu üçü ile halkı uzun yıllar uyuttuğunu ve kendi yönetimini devam ettirdiğini ima eder. Fado bir müzik türü olup (Portekizli gemicilerin denize gittikten sonra eşleri tarafından yazılmış duygusal şarkılar, bizde arabeske benzer), fiesta ise eğlencedir. Futbol ise bildiğimiz futbol sporudur.
Salazar rejimini yıkan kansız askeri darbe, silahların namlularına takılan karanfillerden ötürü "Karanfil Devrimi" olarak tarihe geçmiştir. Salazar, ekonomi profesörlüğünden diktatörlüğe yatay bir geçiş yaptığı için her zaman farklı bir kişilik olarak kabul edilmiştir. Giyim kuşamı, diktatörlerden ziyade bir salon adamını andırıyordu. Klasik diktatörlerin yaptığı gibi kucakta çocuk sevme veya vatandaşın yanağından makas alma gibi hareketlerde bulunmamıştı. Soğuk ve mesafeli bir tavra sahip olan Salazar, hiçbir zaman laf cambazı olmadı. Ayrıca özel hayatında hiç evlenmemiş, alkol ve sigara kullanmamıştı. Masraflardan kaçınmak için konutunda domates yetiştirdiği bilinir. Bu özellikleriyle tarih sayfalarında oldukça tutumlu bir kişilik olarak yer almıştır. Tüm bunlara rağmen, aynı dönemde yer alan Hitler ve Mussolini gibi diktatörleri geride bırakarak tam otuz altı yıl boyunca iktidarda kalmayı başarmıştır. Angola'da seksen bin, Mozambik'te altmış üç bin, diğer çeşitli ülkelerde ise on beş bin kişi, Salazar'ın değişim rüzgarına direnenlerin kurbanı olmuştu. Yani, kısacası çileyi yine Afrika çekmiştir.
Yorum Gönder